Metinde altı çizili ifadelerle anlatılmak istenen nedir? Açıklayınız.

Metinde altı çizili ifadelerle anlatılmak istenen nedir? Açıklayınız.
Yayınlama: 09.11.2024
15
A+
A-

AKIL ADASINDA BİR BAŞINA

Vakit iyice ilerlemişti. Allah’ın bir gece lambası, bir nurlu kandil gibi başımızın üzerine astığı Ay; kendisine tayin edilen yollarda süzülüp, Gırnata’nın gecelerinden, o serin mavi ışığı ile uyuyan şehri, El-Hamra’nın burçlarını, yeryüzünde parıldayan bir mücevher taşı gibi aydınlata aydınlata geçip gitmiş, nar ve çiçek açmış portakal bahçelerinin arkasından uful edip batmıştı. Sokaklarda, taş avlularda ve meydanlarda yakılan kandillerin yağları ise tükenmek üzereydi. Ayın bu görkemli sahneden çekilmesiyle, göklerin koyu lacivert kadifeden yüzü, saçılmış inci taneleri gibi yıldızlarla doldu. Kehkeşan belirdi.

Yaratan’ın, gökyüzündeki -sanki her bir odasını ayrı bir güneşin aydınlattığı- kudret sarayları, başını kaldırıp bakanların gözlerini kamaştıracak güzellikteydi. Ve yıldızlar… Yıldızlar, İbn Tufeyl’e, eskiden işittiği bir hikâyeyi hatırlattı… Allah’ın Elçisi’nin, (Her güzel selam ve dua onun için olsun. Âmin.) henüz yeryüzünü şereflendirmesinden ve İslam’ı dünyanın başına -bir taç gibi- geçirmesinden yıllar önceymiş. Çöllerde yapayalnız yolculuk eden bir bedevi varmış. Bu yalnız bedevi adam, çöllerin bulutsuz ve tozsuz gecelerinde, gök kubbenin; mücevhercilerin mücevher tarttıkları bir tas gibi göründüğü ve yıldızların; insana elini uzatsan tutabilirsin hissi verecek kadar yakın zannedildiği vakitlerde, kendi kendine hep şöyle söylermiş:

“Ey Allah! Çölde ayak izlerini görsem ama kendisini görmesem, oradan bir deve geçtiğini hemen anlarım. Şimdi ben yıldızları görüyorum ve biliyorum ki, sen kesinlikle varsın! Ama bilemiyorum, nasıl bir ilâhsın!” İbn Tufeyl’e göre insan, yıldızlara sadece gözleri ile bakmamalıydı. Sadece gözleri ile bakanlar, orada korkutucu ateş toplarından başka bir şey göremezlerdi. İnsan geceleri gök kubbeye, diri ve uyanık bir akıl ile bakmalıydı. Ancak o zaman, okumak ve yazmak öğrenmiş birinin, kağıtlar üzerindeki eğri büğrü işaretlerin ne anlama geldiğini bilmesi gibi yıldızlardan harflerle yazılmış bu kehkeşan kitabını anlayabilirdi… Peki ama hiçbir öğreticinin hiçbir şey öğretmediği bir kimse, geceleri, diri ve uyanık bir akıl ile de olsa, yıldızlara baktığında orada ne görebilirdi? Ve göklerin yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzü, ona ne söylerdi?

Ve o, ne anlardı? İbn Tufeyl, onları ilk kez görüyormuş ve haklarında hiçbir şey bilmiyormuş gibi yıldızlara bakmaya çalıştı. Doğrusu bu pek de kolay bir şey değildi. Yılların aklında biriktirdiği bilgiler, hele de alışkanlıkların insanın bakışını zorlaştıran kat kat tül perdeler gibi görüşünü kapatması, İbn Tufeyl’in yıldızlara, haklarında hiçbir şey bilmeyen biri gibi bakmanın nasıl bir şey olacağını düşünmesine engel oluyordu. Bir kez daha gayret etti ama bu sefer onlara, gözlerini kapatarak bakmayı denedi! Bu gök kubbede, her şey hareket halindeydi. Güneş, Ay, gezegenler ve bütün yıldızlar… Onların isimlerini ve ne olduklarını bilsin ya da bilmesin, diri ve uyanık bir akıl ile başını kaldırıp bakan herkesin ilk fark edeceği şey de bu olurdu: Hiç durmayan bir hareket! Eğer bir yere gidiyor olsalardı, bir süre sonra onları görmeyecekti. Eğer bir yerden geliyor olsalardı, bir süre sonra onları çok daha yakından ve çok daha büyük görecekti. Öyleyse, dönüyor olmalıydılar!

“Elbette hiç kimsenin bir şey öğretmediği ama diri ve uyanık bir akla sahip kimse, dönmenin ve döndürmenin ne olduğunu bilir.” diye düşündü İbn Tufeyl. Çünkü ya kendi etrafında ya bir ağacın etrafında mutlaka dönmüş, eline aldığı bir şeyi de döndürmüş olmalıdır. Fakat şeylerin ve eşyaların isimlerini bilmediği gibi, fiilleri de bilmediğinden, bunun dönmek olduğunu bilmez! Evet, her şey dönüyordu! Gökyüzünde her şey dönüyordu! Peki ama onları kim döndürüyordu? “Hareket eden bir şeyi gören ve aklı olan herkes, onu bir hareket ettiren olduğunu düşünebilir!” dedi İbn Tufeyl. “Yerden bir taş alıp havaya atsan, o taş ne kadar uzağa giderse gitsin onu hareket ettiren şey taşın kendisi değil onu fırlatıp atan eldir…” Öyleyse, hiçbir öğreticinin öğretmesine gerek kalmadan, gökyüzünde ipsiz ve direksiz duran ama durmakla kalmayıp hareket eden Güneş, Ay ve yıldızları gören birisi, bütün bu işlerin kendi kendine olamayacağını düşünebilirdi.

Metinde altı çizili ifadelerle anlatılmak istenen nedir? Açıklayınız.

Altı çizili ifade, metinde İbn Tufeyl’in, gökyüzündeki hareketlerin (güneşin, ayın ve yıldızların dönmesinin) tesadüfen veya kendiliğinden olmayacağına dair düşüncesini yansıtmaktadır. İbn Tufeyl, insanın akıl yürütme yeteneğiyle, bu hareketlerin bir “hareket ettirici” tarafından yapıldığını fark edebileceğini anlatmak istemektedir. Yani, gökyüzündeki düzenli hareketlerin ardında bilinçli bir güç veya irade bulunması gerektiğini düşünür. Bu ifade, İbn Tufeyl’in evrende bir düzenin ve bu düzeni sağlayan bir kuvvetin varlığına dair mantıklı bir çıkarımda bulunduğunu ifade eder. Özetle, bu düşünce, her şeyin bir sebep ve sonuç ilişkisi içinde hareket ettiğine, bu yüzden gökyüzündeki hareketlerin de bir yaratanın iradesiyle düzenlendiğine işaret eder.

Metnin altı çizili kısımları, İbn Tufeyl’in akıl ve gözlemlerle evrende gördüğü hareketin ve düzenin farkına varması sürecini ve bu farkındalıkla ilgili düşüncelerini dile getirmektedir. İbn Tufeyl, yıldızlar ve gökyüzüne dair bildiklerini sorgularken, insanın sadece gözleriyle baktığında yıldızları sadece “ateş topları” gibi göreceğini, ancak diri ve uyanık bir akılla bakarak gökyüzündeki düzeni ve hareketi kavrayabileceğini savunur.

Metindeki altı çizili ifadelerle anlatılmak istenen ana fikirlerden ilki, insanın gökyüzüne bakarken yalnızca fiziksel bir gözlemde bulunmaması gerektiğidir. Gözler yalnızca dış dünyayı görmekle sınırlı kalırken, akıl ve içsel farkındalıkla bakıldığında, gökyüzündeki hareketin ve düzenin anlamı ortaya çıkar. İbn Tufeyl’in, “diri ve uyanık bir akıl ile bakmak” dediği şey, bir tür bilinçli gözlemdir. İnsan, sadece görsel algısına dayalı olarak yıldızları anlamlandırmamalı, aynı zamanda bir içsel farkındalık geliştirmelidir.

İkinci önemli nokta, gökyüzündeki hareketin rastlantısal olmadığını, bir düzenin ve amacın varlığını hissetmektir. Yıldızların, gezegenlerin, Ay’ın ve Güneş’in hareketi, herhangi bir rastlantısallıktan değil, bir “hareket ettiren” gücün varlığından kaynaklanmaktadır. İbn Tufeyl’in “hareket eden bir şeyi gören ve aklı olan herkes, onu bir hareket ettiren olduğunu düşünebilir” ifadesiyle anlatmak istediği şey, gözlemler ve akıl yürütmeler yoluyla evrendeki düzeni anlamaktır. Yıldızların hareket etmesi, onları hareket ettiren bir gücün varlığını gerektirir. Bu hareket, Allah’ın kudretini ve yaratışını işaret etmektedir.

Sonuç olarak, İbn Tufeyl’in metni, insanın doğayı ve evreni yalnızca dışsal bir gözlemle değil, içsel farkındalıkla ve akıl yoluyla anlaması gerektiğini vurgulamaktadır. Gözlemler, insanı bir yaratıcıya ve o yaratıcıya ait evrensel düzene yönlendirebilir. Bu düşünceler, insanın gökyüzü gibi evrensel olguları anlamlandırırken hem aklını hem de ruhunu kullanarak bir derinlik kazanması gerektiği mesajını taşır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.